17 Eylül 2013 Salı

ÜÇ BÖCEK BİR ÇİÇEK (Öyküm)

   
    Aşağıda yer alan “Üç Böcek Bir Çiçek” isimli öyküm, NOTOS Edebiyat Dergisinin 34’ncü sayısında (Temmuz-Ağustos 2012) yer alan fotoğrafçı August Sander imzalı yukarıdaki fotoğrafından esinlenerek aynı tarihte tarafımdan yazılmıştır. NOTOS Edebiyat Dergisi, aşağıdaki bu fotoğraf gibi, yayınlanan her sayısındaki bir fotoğraftan amatör veya profesyonel öykü yazarlarının bir öykü kurgulamasını istemektedir.                                        
                                           ÜÇ BÖCEK BİR ÇİÇEK (Öykü)      

Mirsat:
     Postane kalabalıkçaydı. Sayaca bakıp sıramın ne zaman geleceğini tahmin etmeye çalışıyordum. Onu o sırada gördüm. Uzun kumral saçlı, uzun bacaklı, renkli gözlü, güzel bir genç kızdı. Yirmi-yirmi iki yaşlarında olmalıydı. Bir ara göz göze geldik. Gözlerini kaçırdıktan sonra gülümser gibi oldu. Sonra onun hemen yanındaki o tipi gördüm. Benim yaşlarımda, öğrenci gibi gözüken rahat bir tip. Yanına oturduktan sonra kıza bir şeyler söylediğini gördüm. Daha önce tanışmış gözükmüyorlardı. Bir ara cep telefonunu çıkarıp kurcaladı. Klasik numara. Kız pek ilgilenmiş gibi görünmedi. Kısa bir süre sonra o gençle kız sohbet etmeye başladılar. Biraz canım sıkıldı. Her ne kadar kızlarla konuşurken çok rahat olamasam da orada ben olsaydım, herhalde ben de kızla konuşurdum. Bir ara birlikte gülüştüler. Moralim bozulunca oradan uzaklaşmak istedim, çıkışa doğru yöneldim. Fakat, sonra vazgeçtim.
      Geri döndüğümde, kızın gişeye yöneldiğini gördüm.  İşlemi bitince de çıkışa doğru yöneldi. Hemen arkasından da o genç adam onu takip etti. Hiç işlem yaptırmadan hem de. Kızı tavlamış dedim içimden. İşlem falan umurunda değildi, kızla işi ilerletmek istediği bu şekilde belli oluyordu. Sıra numarama daha çok vardı. Havalemden vazgeçtim. İçimdeki merak duygusu ağır bastı. Ne yapacaklardı, nereye gideceklerdi? Bunun gibi şeyler işte. Arkalarından çıkıp onları takibe başladım…

Zafer:
     Final sınavlarım çok iyi geçmişti, o sabah hava da nefisti. Evden çıktığımda keyifliydim. O gün için planım faturayı ödemek ve bizim arkadaşlarla buluşmaktı. Kalabalık postanede bir sıra numarası aldım. Tam o sırada yaşlı bir teyzenin, oturduğu yerden kalkıp gişeye yöneldiğini gördüm ve yerine oturuverdim. Üçlü oturma grubunun başındaydım, yanımda da güzel bir kız oturuyordu. Yanımdaki kızın elindeki sıra numarasını gördüm. Dijital göstergede bir bir atan numaralara yakın bir numaraydı. Hemen kıza teklifimi yaptım.” Rica etsem, benim numaram çok geride. Saatlerce beklemek istemiyorum. Şu faturayı da alıp ödemeyi siz gerçekleştirseniz”. Kız abartılı makyajıyla yüzüme tuhaf tuhaf baktı. “Lütfen” dedim. Çok zor bir karar veriyormuş gibi “Peki” dedi sonunda.
     Etrafıma baktım, somurtmakta olan yüzleri gördüm. “Ey ahali, yaz gelmiş, hava nefis. Nedir sizin yüzünüzü böyle asan?” Bu düşüncemi bir pankarta yazıp üzerimde taşımayı ve somurtmuş insanların karşısında dikilip durmayı hayal ettim. Kimden başlamalı? Karşımda durup sanki bana biraz ters bakan ayaktaki genç arkadaştan başlayabilirim dedim içimden. Cep telefonumdan bir mesaj uyarısı geldi, çıkarıp baktım. Grubumuzun buluşma

saati hatırlatılıyordu. Öğrenci olup olmadığını sordum. Değilmiş. Demek ki şehrin yerli halkındandı. “İyi ki değilsiniz, çoğumuz mezun olunca diplomalı işsizler ordusuna katılacağız” dedim. Gülümsedi. Biraz durduktan sonra “Çok hoş sohbetmişsiniz, bayıldım doğrusu” dedim. Yüzüne hiç uymayan biçimsiz dişleri ile kikirdedi. Kızı karanlıkta yanımda düşünüp bu dişlerle bana daha da yaklaştığını hayal ettim. Korku filmi gibi bu sahne aklıma gelince bu kez ben sesli şekilde güldüm. Kızın sırası yaklaşırken faturayı ve parayı kıza teslim ettim. “İsterseniz para üstünü ve faturayı dışarıda sizden alayım, daha uygun olur” dedim. Hoşsohbet kız “Tamam” dedi. Hemen sonra da kalkıp gişelerden birine yöneldi. İşlemi bitip çıkışa yönelince ben de kalkıp çıkışa yöneldim. 
  
 Mirsat:
      Postane çıkışında, kalabalık caddede onları uzaktan gördüm ve yolun öte tarafına geçtim. Onları uzaktan takip ediyordum. İkisi de postanede beni görmüştü ve beni tekrar görmelerini istemiyordum. Kız pek konuşmuyor gibiydi. Genç adam, girişken ve çapkın bir tipti. Kız ise “Ben bu işlerde yokum” gibi gözükse de inceden bir kabullenişle durumdan memnundu. O anda kendimi düşündüm ve “Üç yıldır üniversitedeyim, ama bir kızla şöyle muhabbet edemedim, bu nedir şimdi?” diye içimden geçirdim. Atı alan Üsküdar’ı geçiyor misali…Birkaç dakika sonra daha dar olan ara bir caddeye yöneldiler. Sonra hala inanmakta zorlandığım bir şey oldu. Onların ilerlediği yol üzerinde, yirmi-otuz metre kadar ilerisinde bir adam hızla onlara doğru yaklaştı ve kısa süren bir karmaşa oldu. Şaşkınlığımdan durduğumu fark ettim. İtiş kakış sonrasında o gencin yere yığıldığını ve inleyip yardım istediğini duydum. O zaman diğer adamın elindeki bıçağı gördüm. Kız, “Şeref, Şeref” diye bağırıyordu. Sonrasında da kaçtım. Birden geriye dönüp hızlı adımlarla oradan uzaklaştım. Şahit falan olarak tutulmak istemedim.
      Çapkın genç için “Su testisi su yolunda kırılır” diyorum. Elbette kızda da kabahat var; madem bir sevgilin falan var; niçin bunu yanında gezdirirsin? Son defa arkama baktığımda kalabalık oluşuyordu. Yaralayan adamın bıçağı hala elindeydi ve yerdekine doğru uzatmış, kafasını sallayıp sallayıp duruyordu. Görmemişlik, ayrıca diz boyu cahillik ve vahşilik. Başka ne diyebilirim ki?
  
Zafer:
 Postaneden çıktıktan sonra kızın yanına yaklaşıp tekrar teşekkür ettim. “Önemli değil” dedi. “İsterseniz tanışalım, ismim Zafer” dedim ve ismini sordum. Yüzüme bakıp biraz bekledikten sonra “Çiğdem” dedi.  “Güzel isim” dedim. Arkadaşlarla buluşuncaya kadar daha vaktim vardı. Eğer o da isterse bu kızla arkadaşlık kurmak güzel olurdu. Bir şey olmasa da en azından biraz laflamış oluruz diye düşündüm. Ona havadan sudan şeyler sorup sohbete katmak istedim ama, sorularıma lütfen cevap veriyordu. Burnu havalardaydı. Naz yapıyor da olabilirdi.
     Sonra ana caddeyi kesen ara bir yola geldik. Biraz ilerledikten sonra kızın birden durduğunu ilerimizdeki birine baktığını gördüm. O adam da bizi gördü ve birden bize doğru koşturdu. Eliyle ağzındaki sigarayı hızla yan tarafa atıp benim üzerime geldi. “Kimsin lan sen?” dedi. Sonra “Funda bu kim?” dedi. İsmini bana doğru söylemeyen kız da “Ya bir şey yok, takip etti beni” dedi. Adam delirdi. Karnımın kenarında bir darbe hissettim. Elimle acıyan yerimi tuttuğumda elime gelen sıcak ve ıslak şeye baktım ve kendi kanımı gördüm. Oraya yığılıvermişim. Bağırıp yardım isterken birilerinin üzerime eğilip beni yatıştırmaya çalıştığını ve moral vermeye çalıştığını hatırlıyorum. Sonra kendimi kaybetmişim. Ancak hastanede kendime gelebildim. Benim hiçbir kabahatim yoktu ve bunu hak etmedim.

Şeref:
     Funda ile üç aylık sözlüyüz. Ben daha önce birisini bu derece sevebileceğimi tahmin bile edemezdim. Ama seviyorum işte, her şeyiyle deli gibi seviyorum. O benim gönlümün çiçeği. O da beni çok seviyor. Ailesinden sevgi falan görmemiş, çocukken babası dayak atar dururmuş. Ona bir söz verdim. “Seni bırakmayacağım, sen de beni bırakma” dedim. Ben ismim gibi şerefimle yaşarım. Ben ona verdiğim sözü tutuyorum, o da tutacaktır. O gün öğleden sonra buluşacaktık. Ben daha erken bir saatte buluşacağımız yerin yakınına gelip onu karşılamak istedim. Sonra da namusuma göz diken o herifi gördüm ve kendimi kaybettim. Nesine güveniyor, yakışıklılığına mı?  Ben durumdan kesinlikle pişman değilim. Funda’ya yan gözle bakanlar neyle karşılaşacaklarını bilirler artık. Ben çiçeğimi kimseye koklatmam, bunu herkes anlamıştır sanırım.

Funda:
     Şeref’le buluşmadan önce evden annemin verdiği parayla faturayı ödemek için postaneye gitmiştim. Sıramı beklerken oturacak bir yer denk geldi. Bir süre sonra da genç bir adam yanıma oturdu. Hemen de benimle konuşmaya başladı. Ona kesinlikle yüz vermedim. Bir bahane bulup bana faturasını ödetti, sonra da beni takip etti. Yanıma oturmadan önce planını yapmış, belli. Neşeli birisiydi, yolda konuşup durdu. Onu yanımdan kovmadım. Bana zararı dokunamazdı, izin vermezdim. Sözlü olduğumu söyleyecektim ama birden Şeref karşıma çıkınca her şey kontrolden çıktı. Ben namuslu bir kızım. O gencin beni takip ettiğini söyledim çünkü bu doğruydu, yalan değil. Küçük bir şehirde niye üstüme laf kondurayım? Şeref, öfkesine hâkim olamadı. O da beni korumak istedi tabii. Elbette böyle olmasını kimse istemezdi. Yakında nişan yapacaktık. Şeref’e nasıl bir ceza gelir ki?        


BLOG NOTU: Yukarıdaki öykü devam edebilir mi? Bilmiyorum, ama neden olmasın? Sitemin takipçileri ve ziyaretçileri eğer bu öyküyü devam ettirmek isterlerse bu öykü devam eder. Yalnız burada okurlara seslenmek istiyorum. Bu öyküde hangi karakteri itici, hangi karakteri kendinize biraz daha yakın buldunuz. Ya da bu öykünün devamına yeni bir karakter/karakterler dâhil olabilir mi? Bu yeni kişiler, hangi eski kişilerin yakını, arkadaşı vb. olabilir? Kısaca, öyküyü devam ettirmeye ilişkin düşünceleriniz değerlidir, uygunsa yeni öyküde yer alabilir.   
                                             

MERAKLISINA İLGİLİ DİĞER LİNKLER:


Diane Arbus imzalı “A Brooklyn Family” isimli fotoğraftan esinlenerek yazdığım “Benim Gözümden” öyküm burada.


Ressam El Greco’nun Fabula isimli tablosundan esinlenerek yazdığım “Unutulmaz Üçlü” öyküm burada.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder